Somewhere only we know

Tuesday, July 25, 2006

Bir Kedinin Anatomisi

Bizim sülalenin doğal gelişim sürecinde kedi severler biçiminde bir grup olmuştur her daim ki bunların en ateşlileri bir Feriş, bir Fatih ve bir Duygu'dur.

Feriş geçen yazıda adı geçen Nursel adlı kişinin kızkardeşi olmanın yanısıra empati yapma konusunda kafayı kıran, mesela bir yaz gecesi, uykusunda hunharca kulağına kaçan minik kelebeğe kızmak yerine onun iç dünyasını anlamaya çalışan, sabaha kadar çekiç, örs ve üzengisinin içine eden bu adi kelebeğin, kulağında ölü olarak ele geçirilmesinden sonra neredeyse arkasından ağıt yakan, iyimserliğin b.kunu çıkaran ve fakat yanısıra zekasına hayran olunan bir candır, bir canandır.

Fatih desen Feriş'in yeğenidir, Nursel'imin oğluşudur, süper yetenekli bir blues/caz gitaristidir, delice aşık olduğu kedisiyle kendisini bir nevresimin içine düğmeliyerek işbu kediyle yarım saat kadar boğuştuktan sonra yer yer enine çizgili yer yer ekose desenli kanayan bir vücutla o nevresimin içinden çıkandır. Deli midir, nedir...

Düygü ise Fatih'in aynı kediseverlikteki ablasıdır, çok özgün bi bünyedir, biz daha misket falan oynarken, oyuncak bebek saçı kesip uziycak diye beklerken falan bu düdük, ben bilim kadını olcam demiştir ve nitekim şu anda Amerika'nın Niv Orliyıns dolaylarında bu uğurda kurbağa kesip fare biçmektedir içi kan ağlayarak. Ha bi de bu komik insan bi keresinde yürürken elindeki elmanın eşiğini direkt yere atmaktansa 80 derecelik açıyla havaya atiym arkamdaki çöpe girsin demiş ve fakat elma eşiğine havada 2'li salto 3'lü burgu yaptırıp zboooiinnnkkkk diye kendi kafasına isabet ettirmiş bi de hiniiiyaaeeeee!!! şeklinde delice korkmuştur, öyle bi kuzudur işte o da.

Fakat benim hikaye bu üç kediseverden Feriş'le ilgili. Sene 1997 falandı herhalde, babamla bir İzmir ziyaretimizde Feriş'lere de bi uğrayalım dedik. Kapıda hoşgeldiniz aşamasında Boğaç Abi (Feriş'in komikçi eşi) bize terlik verirken, Ferişimin arkada, elinde üzeri su tabancası dolu bir tepsi tuttuğunu gördüm. Ben heralde gene komiklik, şakalar vs. dolu bi akşam olcak diye ehihieeheğiei şeklinde anlamsızca sırıtırken Feriş: "Herkes bi tane alsın, bu afacan için dedi". Afacan dediği o esnada koridordan bizi kesen gayet normal görünümlü bi kediydi. İşte o organizmanın afedersiniz kedi görünümlü bi iblis hatta bir omen olduğunu az sonra anliycaktım a gadasını aldıklarım. Biz babamla durumu halen bir şaka zannetmekte idiysek de Ferişim ısrarla elimize bi su tabancası tutuşturup bizi salona aldı. Hoşgeldin beşgittin mevzuuna girildi doğal olarak, az sonra babamın ayaklarını hafifçe bi kıpırdatmasıyla birlikte önümden saatte 70 km hızla bi karaltı geçtiğini görür gibi oldum, ben daha "neydi o ya" derken babamdan hiniiiiiiyaaaaaaaasssınııııtttyminiii şeklinde bi feryat duyuldu, sonra ortalık birden Batı Cephesine dönüştü;
-Cengiz Ağbiiee su tabancasıııaaa, sık abiiii, acımaaa.
-Abii düşman bacaktaa, sık suyu!!!
-Anam anam yandım allaaaah!!!
O kargaşada Afacan'ın, babamın bacağına pençelerini geçirmiş var gücüyle dişlemekte olduğunu seçebildim. Bacağın tek suçu hafif uyuşmuş olmaktan dolayı iki mm. kıpırdama terbiyesizliği göstermiş olmasıydı.

Kedi apar topar salondan tahliye edildikten ve ilk kargaşa atlatıldıktan sonra hazır o salonda değilken bütün gerekli kıpırdanmalarımızı yapıp o ortamdayken ise kıpırdamamak için azami gayret sarfetmekten birer sfenks edasıyla bu huzur dolu misafirliği tamamlamaya çalıştık; ama insanız sonuçta, bünyemiz kah kaşınır, kah hapşırığımız gelir dey mi...İşte az evvelki saldırıyı bi an için unutan zavallı bir fani olarak burnumu kaşıma isteğiyle elimi yüzüme doğru götürmeye meyillenmemle salonun kapısından bana doğru dört nala koşan siyah-beyaz-kötü kedi Afacan'ı gördüm. Böylesi bir deparı ben Süreyya Ayhan'da görmedim allaa sizi inandırsın. Ama o bikaç saniyelik süre içinde anladım ki ruhumun derinliklerinde bir kovboy ruhu yatıyodu, modern batının en hızlı su tabancası çeken insanıydım. Kediyi "FIŞŞŞŞKKKKK PIIIIIIŞŞŞKKK LA GET LA ŞERREFSİZ, LA Bİ DUR, bu babam içiiiğğn, bu benim içiğğn" şeklinde düzeyli bi biçimde savuşturduktan sonra içinde bulunduğum durumun saçmalığın farkına vardım. Bu neydi ki hakkaten bööle ya???!!!

Tuesday, July 18, 2006

Havuz Problemi

Teras katında yaşayan ve işbu terasın etinden ve sütünden yararlanmayı ilke edinmiş bi insan olmam sebebiyle, geçen ay "neden ben bu terasa bir şişme havuz almayayım?" dedim. Bunu demekle kalmayayımdı hemen gidip alayımdı bi o eksikti yani hayatımda, olmadı tahtıravanla da girerimdi artık havuza. Neyse gittim de zaten hemen, alırken bana oldukça mütevazı görünmüştü aslında, fakat eve gelip yanında verilen pompayla şişirirken havuz hayvanından "AAAA-Hİİİİİİİİ AAAAĞĞĞĞHİİİİİİİİ" şeklinde sesler çıkmaya ve yavaş yavaş şeklini almaya başladıkça bunun çocuk havuzundan ziyade çocuk ruhlu sumocular için tasarlanmış bir havuz olduğunu anladım (4, yetişkin tabir ettiğimiz insan rahatça girip oturur allaa sizi inandırsın). Ama mutluydum ben havuz hayvanımla, geçmiş zaman kullanıyorum zira geçtiğimiz hafta sonu anneciğim denen tatlı bünye geldi Ankara'ya ve tabi ki her sağlıklı anne gibi ev temizliğine de girişti, elim değmişken havuzu da temizleyeyim diyen işbu anne, havuzu boşaltıp, çamaşır suyuyla cillop gibi yapmak suretiyle içi boş bi şekilde koydu terasa yine. Dün akşam işten eve döndüğümde havuz hayvanının cevval bi şekilde terasta aynı yerde durduğunu gördüm, ilişmedim, zira dursundu, gün gelecek yine içi dolacak, kah ayak sokulacak kah arkadaşlarla içine girilip daha önce hiç havuz görmemişcesine hınıaahuahahaa biçiminde anırarak birbirimize su atılacak falan...Fakat o da nesi yaleppim? Aradan geçen iki saat sonrasında terasta bir boşluk bir ferahlık hissi hakim, bişey eksik ama nedir? Vileda kovası yok deseeeeem, o zaten cücük gibi yer kaplıyo...o değil...çamaşır da asmamıştım ki onlar uçuşmuş olsun...Bikaç saniyelik saçmalamadan sonra boşluğun sahibinin havuz hayvanı olduğunu anladım. Evet havuz yoktu,basbayaa yoktu...Aman allahım hırsız çatıdan terasa inip havuzumu çalıp gene aynı yolla kaçmıştı kesin...ya da yo yooo kesin tsunami gelmişti ben içerde tv seyrederken???!!! gibi gayet bilimsel ve rasyonel tesbitlerle bi süre daha saçmalamayı tercih ettikten sonra "uçmuş olabilir mi ki acebaağğ" diye düşündüm, ama yani nası uçsundu o yaa, cidden büyük diyorum size...Ama yapcak bişey yoktu, aşşaa inip bu abuk durumu çaktırmamaya çalışarak biraz kamuoyu/esnaf yoklaması yapıcaktım. Ama nası açıkliycaktım ki durumu, nerden başliycaktım???:

-Şey afedersiniz...Badem taze mi?
-Evet apla süper, datça badem.
-Hemmm, iyi ben 100 gr. aliym...Bi de çekirdek yapalım 200 gr. kadar...bu arada...eeııııı.... bugün burda bi gariplik oldu mu?
-Ne gibi yenge?
-Bööle gökten kimliği belirlenebilen bi cisim düşmesi gibi?
-???!!!Yok, bize öyle bi bilgi gelmedi bacanak.
-Peki sağolun
-E bademle çekirdeee unuttun amca
-???!!!
(Evet, esnafla bööle tuhaf akrabalık ilişkilerine karşıyım...)

Neyse işte uzatmiyim...ben bööle acı içinde kıvranırken hemen yan apartmanın girişindeki berber adamın bana yaklaşmasıyla aramızda şöyle bi konuşma yaşandı, içerik bakımından tarihte bir ilk olduğumuza inanıyorum...
-Pardon hanfendiiiğğ
-Evit?
-Havuz sizden mi düştü?
-Ehm...ay evet çok afedersiniz...ben içi boş olarak...yani bırakıp...eööö...rüzgar olunca...uçarak...özür dilerim...(suratımın aldığı rengi beni yakından tanıyanlar tahmin edebilirler, yani öyle kızardım ki şakaklarımdaki damarlar zonklamaya başladı, kafam patliycak sandım bi ara.)
-Yok, bişey olmadı zaten hanfendi, lannggghhh diye kapının önüne düştü biz de Hamza Abi'ye verdik, şindi kapattı gitti, yarın alırsınız...
-Eiiiyy...teşekkür ederim...(koşarak kaçmak.....)

Tuesday, July 11, 2006

Tarihten Bir Yaprak 2

Bugün istedim ki yaklaşık 18 yaşıma kadar falan her yaz tatilimin en azından 1-2 ayını geçirdiğim Burdur'dan bir çocukluk anısını paylaşayım sizlerle; kah tebessüm edelim, kah hüzünlenelim, kah...aman ne biliym ben sizin iç dünyanızı canım, kafanıza göre takılın.
Olayın kahramanları, Ülkü (ki kendisi benim süper annanemdir, komiktir, şahsına münhasır bi insandır) ve onun torunu bendeniz Fatma Soydemir'dir. Bi de konuk oyuncumuz var, Nursel (ki onun da hastasıyım; misal, sabahın köründe kendisini uyandıran kedisine terlik atarak kediye depar attıran, Olimpos'ta, neymiş diye merak edilip gidilen "Kanada Gecesi"nde, içki içilmekten başka bi numara olmadığını görünce "HEÇ Mİ GANADA GECESİ GÖRMEDİK CANIM" şeklinde Kanada'lılara ağır konuşan, bilumum hacı teyzelerin katılım gösterdiği kabul günlerinde Şalvar Dansı denen akıllara zarar bir sanatsal etkinlikle, sözkonusu hacı teyzelerin gülmekten altlarına çiş kaçırmalarına sebep olan deli komik bi insandır). Neyse efenim hikayemize geçelim

Gayışlılaaan (Burdurca'da Kayışlı ailesine mensup anlamındadır), Temmuz ortasında dahi içinde yün fanilası ve hatta yün donuyla dolaşan, geceleri üstüne içi yünlü yorgan örten, uyurken üstü açılan her faninin o an oracıkta hunhar bir yel darbesiyle ölüvericeğine inanan Ülkü'sü ile yine işbu Ülkü'nün aynı yün fanilalardan, donlardan, geceleri imiğine kadar çekilmiş ve hatta bir daha açamasın diye yatağın iki yanına çengelli iğneyle tutturulmuş yorganlardan nasibini alan ve bu sebepten dolayı yıllar boyu geceleri Tutankamon gibi yatan torunu Fatma, yine böyle bir sıcak yaz gününde içine fanila giymemekle kalmayıp bir de üstüne, eğilince belini açıkta bırakan bir t-shirt giyebilecek kadar terbiyesizliği ele almıştır. Bu açık beli gören Ülküş acaba hangi hastalığı söylesem de ürkütsem yavruyu şeklinde düşünüp düşünüp şu bilimsel teşhisi uygun görmüştür:
"-A YAVRUM ÖÖLE BELİN AÇIK GEZERSEN BEL SOĞUKLUGU OLURSUN".
Neyse ki Nursel'imin zamanında müdahalesi annanemin tıbbiyede bir devri kapatıp yeni bir devri başlatıcak teorisinin sonu olmuştur da annanemde bu kafa varken bu teori ne ilktir ne de sondur a gadasını aldıklarım.

Wednesday, July 05, 2006

Hergüne Bir Salaklık Derken Şaka Yapmıyodum

Evet belki abartıyorum sanıyosunuz ama hakkaten ben buyum, yani günlük en az bi doz şaşkalozluk yapmadan rahat edemeyen bi organizmayım ben, çarpıntı yapıyo vicütüm, alnımda boncuk boncuk terler birikiyo vs...Öyle anlarda da bünye kendine çeki düzen verebilsin diye uzuvlarım benden bağımsız hareket edebiliyo, tıpta buna BBS (Bağımsız Beyin Sendromu) diyoruz.
Az önce karşı projenin yöneticisi Andreas adlı Alman amcamız ve en az onun kadar Alman arkadaşı bilgisayarla ilgili fevkalade teknik bi konuda benden yardım istediler (afedersiniz yandan yemiş ingilizcemle) yaptığım bir takım bilimsel açıklamaların üzerine bana ölü balık gibi baktıklarını görünce, yürüyün o zaman bu konuyu teknik eleman arkadaşımız halletsin diyerek onları eğitim binasına götürdüm, Türk yardımseverliğinin cevval bir örneği olarak da ilgili teknik eleman ve Almanlar arasında çeviri yapmayı kendime bir borç bildim. Ancak demin de bahsettiğim gibi iki yıldır ispanyolca'ya ağırlık vermiş ve ingilizceyle tüm bağlarını koparmış bi insan olarak çeviri süresince yalnızca benim anlıyabildiğim ve literatürde "spanglish" şeklinde yerini alabilecek bir dille can çekiştikten sonra işi hallettik çok şükür. Bu arada yaptığım çeviri hataları başka bir yazı konusu olacak lezizlikte aslında ama fikir olsun diye bi örnek veriyim. Mesela: "bu belgeleri burdan alıp başka bi dosyaya kopyalıycakmışsınız" demek isterken, dosya kelimesinin ispanyolcada carpeta olması ve o anda benim aklıma ingilizcesinin gelmemesi sebebiyle adamlara "belgeleri başka bir halıya kopyalıycakmışsınız" şeklinde bilgi birikimi dolu bi cümle söylemiş oldum...Neyse efendim bi şekilde adamların işini hallettikten sonra artık kendilerini bana borçlu hissettiklerinden midir, yoksa çeviri sonunda benim saçlarıma ak düşmüş olmasının verdiği vicdan azabından mıdır bilinmez, "bu iyiliğin karşılığında biz de sana bir yemek ısmarlayalım" diyen nazik insanlara cevaben aynen şu şekilde höykürdüm:
"I DON'T EAT"...
Neden bu cümle ya? yani tenk yu falan de, ne biliym ay hev tu go bek tu vörk de...de oğlu de yani...Bu saatlerde yemem diycektim aslında sanırım...Aman neyse ya...Ben Fatma Soydemir.Bir BBS hastasıyım ve bunu yenmek istiyorum.Teşekkürler